HBO’nun yeni dizisi The Seduction, Pierre Choderlos de Laclos’nun klasik eseri Les Liaisons Dangereuses’ı günümüz izleyicisi için yeniden yorumluyor. Entrikanın, arzunun ve güç savaşlarının merkezine bu kez Merteuil’in bakış açısını yerleştiren dizi; femme fatale arketipini derinleştiren, psikolojik katmanları öne çıkaran ve modern etik tartışmalarla zenginleşen güçlü bir uyarlama olarak öne çıkıyor.
Bu röportajda, dizinin yaratıcısı Jean-Baptiste Delafon, bizi Merteuil’in karanlık çekimine, güç dinamiklerinin dönüşümüne, feminist okumanın sınırlarına ve orijinal metinden bilinçli kopuşların ardındaki yaratıcı motivasyonlara doğru bir yolculuğunu konuştuk.
Merteuil’i bir femme fatale olarak görmek mümkün; ancak dizi, bu arketipi yalnızca tekrar etmekle kalmıyor, ona gerçek bir toplumsal ve psikolojik derinlik kazandırıyor.
Bu yaklaşım bilinçli bir tercihiniz miydi?
Bu ilginç bir soru; bugüne kadar kimse bana sormamıştı ve aslında ben de kendime pek sormadım. Belki de femme fatale’in film noir evreninde neredeyse her zaman dışarıdan, yani erkek bakış açısından görülmesi yüzündendir; oysa dizi, Merteuil’in bakış açısından düşünülerek yaratıldı.
Dizi, açıkça feminist bir yeniden okuma sunuyor. Bu perspektifi geliştirmek adına, klasik metinden kasıtlı olarak uzaklaştığınızı düşündüğünüz anlar hangileriydi?
Bu boyutun farkındayım ve en azından bir kısmını sahipleniyorum. Hiçbir şekilde özellikle peşine düştüğüm bir şey değildi; ağır ya da militan görünmekten çekinirdim. Dahası, Merteuil’i feminist olarak görmek bana göre bir yanlış okuma olur (bu, dizinin hatta kitabın feminist olmasını engellemez elbette). Onun yalnızca tek bir davası vardır: Kendisi. Kadınları da erkekleri de kullanır. Bence onu büyüleyici, bazen de komik kılan şey bu radikal bencilliktir; bu bir duruş değil, hayatta kalma meselesidir.
Eserin acımasız güç mücadelelerini günümüz izleyicisine aktarırken, modernleştirmeyi özellikle tercih ettiğiniz unsurlar nelerdi?
Kitap çok az yaşlanan bir başyapıt. Ancak özellikle filmlerde de bulunan bir unsuru ben bilerek çıkardım: Valmont’un Cécile’e tec*vüzü. Çok da uzun olmayan bir süre öncesine kadar bu sahne muğlak, hatta neredeyse eğlenceli görülebiliyordu. Artık neyse ki böyle değil. Üstelik izleyicinin gözünde Valmont’u “öldürmek” istemedim; çünkü aralarında bir aşk hikâyesinin doğabileceğine inanılmasını —ya da en azından bunu arzulamalarını— sağlamaya çalıştım.
The Seduction’ın Les Liaisons Dangereuses’ın birebir bir uyarlaması olmadığını biliyoruz. Siz bu diziyi nasıl tanımlarsınız: Bir prequel, bir yeniden yazım, özgür bir uyarlama mı yoksa tamamen yeni bir eser mi?
Karakterlerden yola çıkan özgür bir uyarlama; sezonun ikinci bölümünde hikâyenin bazı unsurlarını hem dayanan hem de yeniden icat eden ve eylemin ağırlık merkezini Valmont’tan Merteuil’e kaydıran bir çalışma.
Valmont ve Merteuil’in ilişkisi klasik bir romantik çizgide ilerlemiyor; daha çok iki tarafın da birbirinin karanlık bölgelerini keşfettiği tehlikeli bir bağa benziyor.
Bu dönüşümde özellikle hangi psikolojik temaları incelemek istediniz?
Güç (başkaları üzerindeki güç, dolayısıyla önce kendi duygularının üzerinde güç) aşkın feda edilmesini gerektirir. Bu yüzden aşk ancak bir fantezi olarak vardır, fazlası değil. Bunun uzlaşılan bir hâli yoktur. Bana göre kitabın ruhu da budur; hikâye sonunda trajediye dönüşür.





