A Second Life İncelemesi: Depresyonun Gürültüsü

Değerlendirme: 4 / 5.

Paris’te 2024 Olimpiyat Oyunları’nın açılış günü… Elisabeth, hem işitme engeliyle hem de depresyonun sessiz ağırlığıyla mücadele ederken, kısa dönem kiralık evleri gezdirme işini sürdürmektedir. Şehrin kaosundan, gürültüsünden ve kendinden kaçmak için işitme cihazlarını çıkarır; Monet’nin “Nilüferler” tablosuna bakarken, geçici de olsa bir huzur bulur.

Laurent Slama’nın Paris’te Depresyon temalı bu yapımı, tam anlamıyla klasik bir arthouse deneyimi sunuyor. Film, ilk dakikasından itibaren izleyiciyi içine çekerken, Elisabeth’in işitme sorununu yansıtan sahnelerdeki ses geçişleri ve sinematografik tercihler oldukça etkileyici ve tatmin edici.

Kaoslu bir mücadele ile başlayan filmde, Elisabeth ve Elijah’ın tanışmasıyla gelişen o samimi ve derin bağ, bir insanla tanışmanın süresinden çok, paylaştığımız dertlerin ve içsel kırılganlıkların ortaklığıyla şekilleniyor. Yapılan insan okumasının derinliği ve hüznü, kalpteki yalnızlığı kalabalık içinde bile hissettiren bir boşluğa dönüştürüyor. Bu noktada film zaman zaman bir terapi seansına dönüşüyor diyebiliriz.

Filmle ilgili en güzel referans kesinlikle Monet’nin ”Nilüferler” tablosu. Tablo, A Second Life’ta yalnızca bir görsel motif değil, Elisabeth için bir sığınak, bir nefes alma alanı olarak öne çıkmakta. İşitme cihazlarını çıkardığında şehir gürültüsünden uzaklaşıp tabloya bakması, hem depresyonun ağırlığını hafifletiyor hem de sanatı, içsel bir meditasyon aracı hâline gelirken Monet’in sanatı ile kurduğu o bağın, duygusal ve zihinsel bir yeniden doğuş biçimi olabileceğini gösteriyor seyirciye. Depresif bir iyi hisset filmi oldu benim için, sanırım ilerde tekrar izleyebilirim…