Disney ve Sanat – Pamuk Prenses, Barok ve Alman Ekspresyonizmi #1

“Animasyon diğer alanlardan farklıdır. Onun dili karikatürün dilidir,” der Walt Disney; bu söz, onun animasyona olan yaklaşımını net bir şekilde özetler.

Disney’in animasyon dünyasını dönüştürdüğü yönünde çeşitli eleştiriler olsa da, ben onun bu alana evrensellik kattığına inanıyorum. Evet, animasyonun yalnızca çocuklara yönelik olduğuna dair yaygın bir algı var; ancak Disney’in ilk yıllarına döndüğümüzde, anlatılan masalların çok katmanlı ve yalnızca çocuklara değil, her yaştan izleyiciye hitap ettiğini görebiliriz.

İşte bu katmanlı anlatımın en dikkat çekici örneklerinden biri de, Disney animasyonlarının sanat tarihiyle kurduğu güçlü bağdır. Arka plan tasarımlarında kullanılan dönem estetikleri ve karakter tasarımlarında hissedilen sanat akımlarının etkisi, Disney’in anlatı dünyasını yalnızca masallarla sınırlı bırakmaz; aynı zamanda onu başlı başına bir görsel sanat şölenine dönüştürür.


Ne var ki, teknolojinin hızla ilerlemesiyle birlikte günümüz Disney yapımlarında bu sanatsal bakış açısına daha az rastlamaya başladık. Bunun en büyük nedenlerinden biri, Walt Disney’in artık hayatta olmaması olabilir. Onun vizyonu sadece animasyonu değil, sanatla harmanlanmış anlatıları da besliyordu. O gittiğinden beri stüdyonun yönü daha çok teknik başarıya ve geniş kitlelere hitap eden trendlere kaydı.

Bu sanat tarihi bağlamındaki derinlikli bakış açısını, Disney’in ilk büyük yapımlarından biri olan Pamuk Prenses üzerinden daha da açığa kavuşturabiliriz.

Pamuk Prenses, Alman ve Orta Avrupa masallarından ilham aldığı için, görsel estetik olarak Gotik sanat ve Romantik dönem resimlerinden izler taşır. Filmde özellikle Kraliçe’nin sahneleri incelendiğinde, Alman Ekspresyonist sinemasının etkilerini görebiliriz. Bu aslında Disney’in ilk yıllardan bu yana farklı kültürlere verdiği önemin de göstergesi.

1920’lerin Dr. Caligari’nin Muayenehanesi (1920) ve Nosferatu (1922) gibi filmlerindeki keskin gölgeler, dramatik ışık-gölge kontrastları ve sivri hatlar, kötü Kraliçe’nin sahnelerinde belirgin şekilde kullanılmıştır. Renk paleti ve tonlar ise Orta Çağ el yazmaları ve 19. yüzyıl Romantizm akımının fantastik peyzajlarını anımsatıyor.

Hadi şimdi de Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’i sahne sahne inceleyelim ve sanat tarihindeki referansları daha derinlemesine ele alalım!

Filmin açılışı, eski masal kitaplarını anımsatan bir illüstrasyonlu el yazması sahnesiyle başlıyor. Orta Çağ’da yapılan el yazmaları gibi süslü harfler ve detaylı altın varak işlemeleri içeriyor. Özellikle Gotik dönemde üretilen dini metinlerin sanat anlayışına çok benziyor.

Kraliçe’nin şatosu, Gotik katedrallerin sivri kemerlerine ve büyük taş yapılarına dayanıyor. Albrecht Dürer ve Lucas Cranach gibi sanatçıların portrelerinde görülen sert hatlı yüzler ve soğuk renk paleti, Kraliçe’nin tasarımında hissediliyor. Aynayla konuştuğu sahnede karanlık ve dramatik ışık kullanımı, Caravaggio’nun Barok chiaroscuro (ışık-gölge) tekniği ile benzerlik taşıyor.

Pamuk Prenses sahnelerine geçtiğimizde işler daha da ilginçleşiyor… Burada daha çok Romantizm dönemine andıran dokunuşları görüyoruz. Mesela; Pamuk Prenses’in Ormandaki Kaçışı sahnesi Alman Romantizm Akımı ressamlarından Caspar David Friedrich’in etkileri belirgindir. Kullanılan perspektif ve ışık-gölge kontrastında da daha önce bahsettiğim gibi Alman Ekspresyonist sinemasının korku filmlerindeki sahnelere benziyor. Filmde Alman dışavurumculuğu etkisi birçok yerde görebiliyoruz bunlardan bir diğeri; zehirli elmanın ve cadıya dönüşme sahnesi. Dönüşüm sahnesinde gözlerin aşırı vurgulanması ve ellerin abartılı şekilde gösterilmesi, Ekspresyonizm’in karakteristik öğelerindendir. Zehirli elma sahnesi aynı zamanda Francisco Goya’nın “Cadılar Meclisi” ve “ Saturn Devouring His Son” adlı tablosundaki doğaüstü atmosferle benzerlik taşıyor.

Genelde filmlerde gördüğümüz aydınlıktan karanlığa geçişin tam tersi diyebiliriz Snow White için. Çünkü çok kasvetli bir girişle başlayan film sona doğru daha rahatlatıcı ve aydınlık figür ve göndermeler yapıyor. Örneğin, Prenses’in lanetlenme sahnesi. Bu, ortaçağ dini resimlerindeki hüzünlü ve idealize edilmiş ölüm temalarını çağrıştırıyor. Pre-Raphaelite ressamlarının “uyuyan kadın” figürleri, özellikle John Everett Millais’in “Ophelia” (1852) tablosu, bu sahneyle benzer bir his verdi bana.

Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler sadece sanatsal üslubu açısından değil, aynı zamanda sembolizm açısından da son derece zengin bir film. Filmin ana konusu güzellik gibi imgelenmiş olsa da alt metin okumasında fark ederiz ki, konu saflık ve bekarettir. Elma, batı ikonografisinde ”yasak, baştan çıkartma”yı temsil etmekte. Kraliçe’nin elmayı Pamuk Prenses’e uzatması, bir anlamda masumiyetin sonunu temsil eder. Pamuk Prenses’in bembeyaz teni, siyah saçları ve kırmızı dudakları, hem ikonografik hem de psikanalitik olarak anlam yüklenebilir. Üç renk bir araya geldiğinde bakire-kadın-ölüm üçgenine işaret eder. Bu da karakterin hem masum hem de ölüme yaklaşmış olmasını sembolize ediyor.

Carl Jung’un arketip teorisine göre Pamuk Prenses, “anima”nın saf halini temsil eder: idealize edilmiş, ancak pasif ve kaderine boyun eğmiş kadın figürü. Kraliçe ise psikolojik açıdan Jung’un tanımıyla “gölge arketipi”ni temsil ediyor; Bireyin bastırdığı, ama içten içe var olan karanlık yönü. Bu figür, mitolojide de Lilith, Medusa gibi kadın figürleri gibi “femme fatale” temsiliyle örtüşür ve bu açıdan bakacak olursak, Disney sinemasında ilk ”kötü” karakter olmasının yanı sıra ilk ”femme fatale” örneğidir de.

Bu yazı, Disney animasyonlarının ardındaki sanatsal izlerin sadece başlangıcı. Pamuk Prenses’ten sonra sırada hangi klasik var dersiniz? Sanat tarihinde küçük bir yolculuğa daha çıkmaya hazır olun!

Su Karacan