Türkiye’deki The Lion King canlı orkestra konserini yöneten Esin Aydıngöz ile Disney üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Nasılsınız? Yoğun bir dönem geçiriyorsunuz, heyecan verici olmalı!
Ben teşekkür ederim! Çok iyiyim, umarım sizler de iyisinizdir. 2025 benim için çok güzel başladı, umarım böyle devam eder. Kariyer anlamında heyecan verici bir sürü güzel şey oluyor ve başkalarının da bu heyecanıma dahil olması gerçekten çok özel.
İstanbul’da The Lion King prodüksiyonunda orkestra şefi olarak görev aldığınız dönemi bizimle paylaşır mısınız? O dönemin sizin için anlamı neydi? Ve o deneyimin, müzik tarzınıza nasıl bir etkisi oldu?
8 Haziran 2024’te Piu Entertainment organizasyonu ile Harbiye Açıkhava’da verdiğimiz Aslan Kral konseri aslında benim için bir milat – çünkü hem Türkiye’deki ilk büyük konserim, hem Harbiye Açıkhava’da ilk sahne alışım, hem de bir şef olarak ilk İstanbul performansım. Çocukken Harbiye Açıkhava’da o kadar çok konser izledim ve o kadar çok hayal kurdum ki, bütün bu ilklerin orada olmuş olması beni hâlâ çok duygulandırıyor. İstanbul Film Orkestrası, Türkiye’nin en saygın orkestraları ile çalan çok değerli müzisyenlerden oluşuyor. Bu özel geceyi onlarla paylaşmak da haliyle unutulmazdı. Bir de tabii bunu çok kişi bilmiyor, ama ben 2017 yazında Hans Zimmer’in stüdyosu olan Remote Control Productions’da staj yaparken Hans Aslan Kral’ın bu versiyonunu besteliyordu. Stajyerlikten orkestra şefliğine giden bu yolculuğum bana Aslan Kral’ı başlatan ve bitiren “Circle of Life” şarkısını hatırlatıyor.
Orkestra şefi olduğunuzda, yöneteceğiniz müziğe çok iyi hâkim olmanız gerekiyor: temalar, o temaların varyasyonları, hissiyat, tempo, hangi enstrüman ne zaman çalıyor, ne zaman susuyor, müziğin filme olan senkronizasyonu vs. Dolayısıyla konserlere hazırlık süreçlerim çok disiplinli bir dinleme, analiz ve keşif süreci gerektiriyor. Eminim ki ben farkında olsam da olmasam da bu süreçteki ön çalışmamın besteciliğime inanılmaz faydası olmuştur.
Coco’nun Kuzey Amerika turnesinde de yer almak harika bir deneyim olmalı. Peki, bu süreçte sizin için en özel ve unutulmaz an neydi?
Dünyanın en harika deneyimi diyebiliriz! O kadar çok özel ve unutulmaz an yaşadık ki turnede, bir tane seçmek gerçekten imkansız ama hemen ilk aklıma gelenleri paylaşayım!
- Bu seneki turnemizin Dallas’taki açılış performansında küçük bir çocuk Hector karakterini çok sevmiş olsa ki “Hector” “Hector” diye Hector’a seslendi durdu bütün konser. İlk konserimizdeki en büyük başarımız kendimizi tutup gülmemek ve o çocuğun tatlılığına rağmen müziğe odaklanabilmeyi sürdürebilmek oldu sanırım.
- Portland’da yaşayan Türkler bana hiç tahmin etmeyeceğim bir sürpriz yaptı: Türk bayrağı t-shirtleri giyerek beni desteklemeye geldiler. Sporun böyle desteklenmesine çok alışığız, ama sanatın böyle desteklendiğini ilk defa deneyimledim, ve bunun benim için yapılmış olmasına daha da şaşırdım! Bunu okuyorlarsa onlara tekrar çok teşekkür ediyorum.
- Birçok arkadaşım konserlerimize çocuklarını getirdi (bir tanesi abartmıyorum üç haftalık minicik bir bebekti, sahnede fotoğrafımız bile var) Onların – ve daha başka birçok çocuğun – hayatlarında izledikleri ilk konserin şefi olmak benim için çok anlamlı.
- Canım orkestramın tamamı Meksika’dan geldiği için, çoğu müzisyenimiz hayatlarında hiç kar görmemiş meğer. Onların ilk defa kar gördükleri ana tanıklık etmek çok tatlıydı. Beni uzun süredir müzik dışında hiçbir şey çok fazla heyecanlandırmıyor, ama bu orkestra sayesinde hayatta başka güzelliklerin de olduğunu hatırladım.
- En son performansımızın son on dakikası çok dokunaklıydı. Asla turne bitsin istemiyorduk, hiçbirimiz. İnanılmaz bir turne geçirmiş olmanın getirdiği koca bir gülümsemeyle ve bitişinin verdiği derin üzüntünün gözyaşlarıyla çaldık hepimiz. Müziği paylaşmak zaten çok özel ama bütün bir orkestranın aynı duyguyu ve aynı duygu yoğunluğunu paylaşabiliyor olması gerçekten az rastlanan bir durum.
En merak ettiğim şeylerden biri de, beste yapmak mı yoksa orkestra şefliği yapmak mı sizin için daha keyifli? Hangisi sizi daha çok heyecanlandırıyor?
İkisine de kendimi kaptırdığımda uçuyormuşum gibi hissediyorum ve dünya duruyor, ama orkestra şefliği daha heyecan verici çünkü işin içine canlı performans yapıyor olmaktan gelen adrenalin ve hayatımın başka hiçbir anında hissetmediğim bir pür dikkat “anda olma” durumu ekleniyor. Sizi izlemeye gelen 1000, 2000, 5000 kişinin heyecanını, mutluluğunu hissetmek de zaten başlı başına bambaşka bir heyecan. Bu ikisi için bir de şöyle bir kıyaslama yapabilirim: Canım ne zaman isterse beste yapabiliyorum ve beste yapma süreci benimle başlayıp benimle bitiyor. Orkestra şefliği öyle değil. Konser organizasyonunun yapılması için çok fazla kişinin çalışması, onay vermesi, çaba sarf etmesi ve çok fazla şeyin yolunda gitmesi gerekiyor. Dolayısıyla şefliğe heyecan katan bir etken de canım her istediğinde şeflik yapamıyor oluşum.
Disney’e olan hayranlığınızı zaten biliyoruz. Siz de adeta bir Disney Prensesi gibi parlıyorsunuz! Peki, kendinizi bağdaştırdığınız bir Disney karakteri var mı?
Ahhh! Çok teşekkür ederim! 🙂
Sanırım Belle – çünkü hem babasına çok düşkün, hem çok arkadaş canlısı – mobilyalarla bile arkadaş (ben de küçükken duvar piyanomla konuşur, hatta ona iyi geceler bile dilerdim uyumadan) – hem de Çirkin’e bile önyargısız bir şekilde yaklaşıp onu tanımaya çalışıyor, ona yakın davranıyor. Ben de herkese karşı çok canayakınımdır.
Son olarak, her konuğumuza sormak istediğimiz bir soru var: En sevdiğiniz Disney filmi hangisi ve bu film sizin için neden özel?
Coco. 2023 sonbaharında 60 gün içinde 48 kere Coco’yu yönetmeme rağmen, eve döndüğümde yine kendimi Coco’yu izlerken buldum. Benim için en önemli şey müzik ve aile – ve Coco tamamen bu ikili üzerine kurulu. Ölüm gibi konuşulması ve düşünülmesi zor bir konuyu bu kadar arkadaş canlısı ve etkileyici bir şekilde işlemiş olmalarına hayran olmamak mümkün değil. Gerçekten başyapıt.






